15 Mart 2023 Çarşamba

Hayatın Anlamı 1

Hayatının anlamını aradığım yanılgısına kapılıyorum bazen. Bulduğumu bile bile bunu düşünmek bazen beni tedirgin etse de bazen hoşuma gidiyor. Çünkü hayatın anlamını aramak belki de bu dünyada yaşayacağımız en güzel duygulardan bir tanesi. Öyle ki, birçok ömür o yola bile giremeden heba olup gidiyor. 80-90 yıllık ömürler bile...
"Hadi ordan, hayatın anlamını bulmuşmuş. Kim kaybetmiş de sen bulacaksın? Hem yaşın ne başın ne?" diyebilirsiniz. Hakkınız da var. Buna net bir cevabım yok çünkü. Hayatın anlamı öyle anlatılacak bir şey değil. Bir yol izlersiniz, her yol ayrımında doğaçlama bir karar almanız gerekir. Her karar sezgilerinizi sınadığınız bir aşamadır. Bir süre sonra fark edersiniz ki artık takılmıyorsunuz. Hayatınız bir akış içerisine girmiş. Siz de bu akışın içerisinde kendinizi bulmuşsunuz. Amacınızı bulmuşsunuz. 
Hayatın amacı size ışık tutar. Size tutmakla kalmaz, sizi çevrenize ışık saçan bir fenere dönüştürür. Böylelikle bir mum değil, enerjisi hiç tükenmeyen bir lamba gibi hayatınızın sonuna kadar ışık dağıtmaya devam edersiniz.
Hayat amacı, aslında çok ilkel olabilir. Ama bizim bahsetmek istediğimiz, hayata renk veren, soluduğunuz havayı bile anlamlı kılan bir anlam vermek. Yoksa çok para kazanmak, ev araba sahibi olmak, en güzel en yakışıklı kişiyle evlenmek gibi hayat amaçları da olabilir. Fakat bunların hiçbiri bahsettiğimiz şeyleri sağlamaz. Para içinde yüzersiniz ama bir nefes alırsınız, sanki hava değil de civa soluyormuşsunuz gibi içiniz çöker. O zaman anlarsınız
hayatın anlamından ne kadar uzakta olduğunuzun.
Bu yol uzun, bu yol çileli. Sadece ne olup ne olmadığıyla ilgili bir giriş yapmak istedim. Eğer benimle yürümek isterseniz takipte kalın. Sevgi ve saygılarımla. Khantura

13 Mart 2023 Pazartesi

Akademiler Kurmalıyız

Akademi kurmalıyız. Ama şimdiki gibi duvarlarla çevrili, tahtalarla, metallerle dolu olan “akademi”ler değil. Sokrates’in akademisi gibi akademiler kurmalıyız. Derslerimizi çimenler üzerinde yapmalıyız. O zaman bile sıkılınca kalkıp yürümeye başlamalıyız. Ne yemekten ne barınmaktan, ne hayatta kalmaktan yana derdimiz olmalı. Sadece düşünmeli, düşünce üzerine düşünmeliyiz. Öğretici, öğrenci diye vasıflar da olmamalı akademilerimizde. Öyle yüksek kürsülerden ip gibi dizilmiş sıralara seslenmemeli insanlar. Herkes eşit olmalı, herkes özgürce konuşabilmeli. Tek üstünlük düşüncenin gücünde olmalı. Yeri gelmeli tek bir düşünce o insanın gücüne güç katmalı, yeri gelmeli gücünü elinden almalı… O kadar hassas bir konu olmalı ki bu, insanlar düşüncelerini geliştirmekten başka bir şeyle uğraşamayacak noktaya gelmeli. Düşünmeli, düşünmeli ve düşünmeli…

İşte böyle akademiler kurmalıyız.

12 Mart 2023 Pazar

Ölü Bir Tanrıya Tapacaksınız

Selam ben Khantura,

Sizlere gelecekten bir haber vermek istiyorum: "Ölü bir tanrıya tapacaksınız."

Aslında eskiden çok daha rahat hareket ettiğimi, dile getireceklerimin tepki çekmesini umursamam yüzünden bundan geri kaldığımı, bir sürü paylaşabileceğim şeyin önce kendim (evet önce kendim) daha sonra az da olsa değer verdiğim, bu satıları okuyacak insan ile paylaşma fırsatını teptiğimi fark ettim. O yüzden en azından paylaşacağım tarihlere en azından kendim için not düşmek adına tek bir yerde kayıtlı kalması için her aklıma geldiğinde, her hissettiğimde paylaşmak üzere yazacağım.

Gelelim üstteki "kehanet"in sebebine... Daha önce yüzlerce kez olduğu gibi, çoğu zaman sadece kendim farkına vardığım üzere büyük küçük birçok (adına isterseniz tahmin deyin, ister kehanet deyin, ister hiss-i kalbel vuku deyin) söylediğim doğru çıktığı gibi; şimdi yine bir tahminde bulunmak istedim. Tahminimin özeti ise yukarıda. Daha açık şekilde açıklamam gerekirse 2 tahmini tuttu diye şu an internette üzerine birçok içerik yapılan Baba Vanga gibi, 1 tahmini tuttu ve Pagan/Hristiyan kökenli olduğu için baş tacı edilen Nostradamus gibi, yüzlerce tweet atıp tutanları silen birçok tarot, astroloji, havas, haber "uzmanı" gibi; geç de olsa Khantura'ya da tapacaksınız.

Üstadı bilenler yazının kaynağı o olduğu için tevbe haşa çekecekler, onu kınayacaklar, bazı KAFASIZLAR: "Geçen yine ne paylaştın?" diyecekler ama fark etmez. Artık değersiz yığınlar için, değerli insanları es geçmenin ne kadar kötü bir şey olduğunu daha da iyi anladım.

Bu yazıyı buraya kadar okuyan herkesi ne kadar sevdiğimizi, onlara ne kadar değer verdiğimizi bana veya üstada ulaşmaları halinde ikimiz de bir kez (not: üstad tam yazının burasında uzunca ağladı) daha içtenlikle söylemek isteriz.

Sevgi ve saygıyla...

Khantura

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Khantura 2007-2012

Bugün 15 Aralık 2012 ve ben bu satırları tir tir titreyerek yazıyorum sana. Titrememin sebebi ne soğuk ne de vücuduma ilişmiş olan başka bir fizyolojik sebep değil. Sebep benim yani Khantura'nın birazdan yok olacak olması.
Bugüne kadar birçok şey dile getirdim. Doğru analiz ettiğimi düşündüğüm şeyleri sana aktarmaya çalıştım. Benim ortaya çıkmama vesile olan şahsın hata yapma ihtimali olmasına rağmen, benim olmayacağını bile iddia ettim; hatta buna o şahsı da inandırdım.
O kadar çok eleştirme meraklısıydım ki, kör oldum; kendi hatalarımı göremez oldum. Sadece kendime değil, madden ve manen var olan bir şahsa da yapmadığımı bırakmamış oldum bu yüzden. Kendim madden vücut bulmadım hiçbir zaman, ama insandan olma bir insanın fikrini de bedenini de içten içe zehirlemiş oldum. Hataları hep onun üzerine attım, övgüleri kendime aldım.
Durumu az çok ifade edebildiğimi düşünüyorum, onun için daha fazla uzatmayacağım.
Bundan sonra "Khantura" ismi sadece blogun adresinde, bu adın verildiği hesaplarda ve bundan önceki yazıların altında kalacak. Bundan sonra eğer yazı yazılırsa altına farklı bir kişinin, yani beni ortaya atan asıl şahsın imzası atılacaktır muhtemelen.
Kendime ait kısma gelince, eğer şahsımdan edindiğin bir şey varsa hepsini unut, ortada objektif bir durum varsa analiz et, ondan sonra eğer ihtiyacın olan bir şey kalırsa yalnızca ve yalnızca onu al.
Hepinizden özür dilerim. Ayrıca arkadaşlığını kaybetmek gibi çok büyük bir bedel ödeyerek, yine çok büyük bir ders aldığım arkadaşımdan özür diliyorum.
Elveda,
Khantura
2007-2012

Şüphecilik Mi, Paranoyaklık Mı?

Düşünsel farklılıkların yanında; kültürel, sosyal, geleneksel farklılıkların da olduğu bir toplumun içinde yazıyoruz. İster istemez fikir ayrılıkları ve anlaşmazlıklar oluyor. Bu hayatımızın bir parçası şimdilik bunu bir kenara bırakalım.

Ben kendimi hep takıntılı ve ayrıntıcı bulurum. Her işin altında bir şeyler aramak şüpheci olmak benim kanımda var galiba. Çünkü öne sürülen düşüncenin bir art bölgesi yani sağlam bir alt yapısı yoksa doğal olarak inanılacak ve destekleyecek bir yanı da yoktur bana göre. Bu yüzden önce fikri benimser düşünsel olarak uygularım. Ardından sorular sorarım: Bu neden böyle, şu özellik nerden geliyor, burada neden böyle bir yol izlenmiş?... vs. vs. Yapılması gereken de budur bana göre. Ben bunu bilir bunu söylerim.

Paranoyaklık olarak algılayanlar olacaktır mutlaka bu söylediklerimi ama dünya üzerinde çok zeki insanlar var ve bu insanlar boş durmuyor. Kitlesel olarak insanları etkileme ve yön verme çabası içindeler. İnternette küçük araştırmalar yaparsanız, özellikle reklamların insanların bilinçaltında nasıl yer ettiğine dair birçok örnek bulabilirsiniz.

Tabii böyle bir yöntemin bulunup da sadece reklamların içinde, yalnızda ürün satmak için kullanılması mantıksız olmaz mı sizce de? Bu zihinler bunları insanları kitlesel ikna süreçlerine sokmak için kullanamaz veya inandıkları şeyler uğruna kullanamazlar mı?

Buna dair iki örnek vereyim:

1. Bir inanışa mensup birini düşünün. İnanç bahsettiğimiz. Onu doğru olduğu için benimser değil mi? Örnekler sunar doğru olduğuna dair, uğruna her şeyini verecek duruma gelir. Ve doğru olduğuna inandığı için de herkesin onu benimsemesini ister değil mi?

2. Ya da kitleleri yönetmek isteyen bir güç düşünün. Kesinlikle çok zeki insanlar var. Her konuda kolay kolay ikna olmayacak, doğru soruları doğru yerde soracak insanlar. Onları yönetmektir zor olan. Tabiri caizse avuç içine almak zordur onları. Ve bahsettiğimiz güç onlar için de hamle yapmak zorunda değil mi?

Evet bu iki örnekte bahsettiğimiz kişi veya kişiler insanlara bir şeyleri benimsetmek isterler. Bunu yapmak gerçekten zordur ve direk olarak aktaramazlar her şeyi. Bunun için bilinçaltına yer edecek resim, görüntü, yazı gibi şeyleri sonuna kadar kullanırlar.

Sosyal varlıklarız. Bunları hayatın içine minik minik serpiştirmek hiç de zor olmasa gerek. İzlediğimiz dizide, filmde, reklamda; okuduğumuz dergide, gazetede, kitapta; baktığımız resimde bunların emmarelerini görmek hep mümkün olacaktır.

Yaklaşık bir sene önce bu membaın içinde çalışan yani basın yayın sektöründe olan birisine şu soruyu sormuştum: Her gün insanlarla etkileşim halindeyiz. Birçok şey paylaşıyoruz. En ufak bir konuda birbirimizi ikna etmeye çalışırken, koca basın-yayın şirketlerinin veya organizasyonların bize bir şeyleri aşılamak istediğini düşünerek ben mi paranoyaklık yapıyorum yoksa sizce doğru yolda mıyım?

Mesleği sunuculuk olan bayanın verdiği cevap gayet açık ve netti: Evet düşünsel etkilerin yaygın olduğu hayatımızda şüpheci olmak kesinlikle paranoyaklık değil, asla gördüklerinize, duyduklarınıza akıl süzgecinizden geçirmeden inanmayın. Her insan hata yapar, aktarılan her şeyde mutlaka boşluklar vardır.

Varacağım nokta şu elbette böyle etkilerin varlığını bilip bir köşeye çekilmek biz akıl sahibi insanların yapacağı bir şey değil. Bu yüzden çevreyi algılarken dikkatli olmalı, akıl filtremizi sürekli açık tutmalıyız.

Farklılık Derken Öyle Değil

Selam okuyucu. Uzun zamandır yazmıyorum farkındayım ama bu zaman sürecinde yine her zaman olduğu gibi kafamda birçok şey kurguladım. Yine acıyan insanlar oldu bana, yine yaftalayanlar.
İnsanımızı anlamakta zorluk çekmiyorum artık. Çünkü varacağı yer buydu kitlesel psikolojimizin. Her şeyi bir yerlere bağlama, hep bir bit yeniği arama, kendi düşüncelerinden başka ihtimaller olduğunu düşünememe hepimizin zaman zaman hastalığı olmuştur, olacaktır da. Bunu ortadan kaldırmaya imkan yok, olmamalı da. Bazen farklılıkları görmek için bu taşımlar gerebiliyor çünkü.
Farklılık derken bahsettiğim şey üstünlük değil, bunu da anlayamayanlar olur, farklı oldun, üstün olacaksın diye bir kaide yok. Burda bahsettiğim farklılık, bildiğin farklılık işte. Sözlük anlamıyla farklılık. Ama insanlar bunu asık suratlı mavi smileyler içinde gülen sarı bir smiley olarak düşündükleri için, farklılık onlara üstün geliyor.

Ki bunun olmasının farklı bir sebebi daha var.
Farklı olmak yanlış yapmayı da beraberinde getirir dostum. Eleştirilebilirsin, yaftalanabilirsin, kenara itilebilirsin. Hatta insanlar senin beyninden geçen binlerce impulsu görmezden gelerek kendi miniminnacık, yalnız gezen impulslarını sana hiç bilmediğin bir şey gibi de sunmaya çalışabilirler. Sana en çok koyan da bu olur zaten.
"Heh ben farklı oldum artık insanlar beni el üstünde tutar, sokakta yürürken "bu bilmem kim değil mi?" diyerek selam verir hürmet eder." Diye bir beklentin varsa zaten mevzudan bihabersin demektir.
Farklılık nedir dostum biliyo musun? Farklılık sınıfa öğretmen soru sorduğunda herkes bir şıkkı seçerken senin diğer şıkkı seçmendir. Şansın görünürde %50 olsa da, yanlış yapsan da, farklı bir yorumun vardır ve farklısındır. Bil ki orda yanlış yapsan da o sana büyük bir artı olarak dönecektir.
Burda bahsettiğim mevzular gözle görülür şeyler değil dostum. Olmayacak da zaten. Olursa sorun olur. "Al benim farkım bu dersen abes olmaz mı sence de?
İşte bunun için farklılığın kendisi de, senin farkın da göreceli olarak kalır.
Sen fıçının içinde yaşarken: "Al sana farklılık, farklı oldun da iyi mi oldu?" derler.
Bunun için dostum, hani senin süzgecin var ya, her düşünceyi incelerken kullandığın; işte onu insanları dinlerken de kullan. Kullan ki kimse seni eleştireyim derken, öz benliğine, değer yargılarına dokunamasın.
Dokunamasın ki sen de hayatında kıstas olarak belirlediğin şeylerden ödün verme. Yoksa benim gibi her şeyi düşünürken ruhundan da, fiziğinden de parçalar dökülür. Ruhun yaşlanır, bedenin isyan eder.
Bunu bi düşün, ölç biç. Fikrin, söylemek istediğin bir şey varsa da bana ulaş. Ben buralardayım.
Söylediklerimle sana acemice de olsa bir şeyler sunabilmek, yardımcı olabilmek amacım. Başarılı olabiliyorsam ne mutlu bana.
Sevgilerimle.

Doğru Ama Hangi Doğru?

Selam okuyucu,
Uzun süredir buralarda yokum biliyorum. İnan seni çok düşünür oldum, içim içimi yiyor ama yazıya dökemiyorum. Bunalıyorum, sıkılıyorum nereden başlayacağımı bilemiyorum.
Çünkü şurdan uzak kaldığım zaman içinde, belki daha önce de seninle üzerine konuştuğumuz, belki de tozlu raflarda uzun süredir bekleyen mevzular birer birer serildi önüme.
Belli ki bunlardan bahsetmek lazım.
İnsanlar ne olduğunu unutmuş okuyucu, şimdi unutturuldu, şöyle oldu, böyle yapıldı mevzusuna girmeyeceğim sana karşı buna başka bir zaman değiniriz yine birlikte.
Bugün değinmek istediğim insanların göz göre göre bunu yapmaları. Peki neden? Her zaman bahsettiğimiz mevzu yine: Kibir, subjektif bakış açıları vs.
Peki neden objektif olmak bu kadar zor? Neden insanlar taraf tutmak zorundalar?
Bunu şöyle algılamanı istemem, elbette yaşantılar içinde tercihler yapılacaktır, insan aklı ve kalbi mutlaka bir tarafa yatkınlık hisseder bahsettiğim bu değil. Bahsettiğim insanın kendi içinde objektif olması.
Bu o kadar zor olmamalı bir insan için. Zor oluyorsa durup bir ne yaptığına bakmalı. "Ben ne yapıyorum?" demeli.
Sor bana: "Sen yaptın mı da bana soruyorsun?" de hakkın var. Sorduysan helal olsun. Adresini ver elini öpmeye geleyim :))
Ben yapmadım açıkçası, çünkü ben zaten bunun bir ürünüyüm. Burdan sonrasını dilersen benden değil de zihninde bana yer veren kişiden birlikte dinleyelim:
"İnsan her zaman olmasa da bazı zamanlarda olaylara objektif bakmakta sıkıntı çekebiliyor. Özellikle duygusal ağırlıklı durumlarda bu böyle. Benim de birçok insan gibi duygusal açıdan fazlasıyla hassaslaştığım dönemler oldu. Şizofren işi gibi gelse de böyle zamanlarda insan, kendine uzaktan başka birisinin gözünden bakabilmeyi fazlasıyla diliyor. Ben de bir kişi hayal ettim. Belki hiçbir zaman ete kemiğe bürünemeyecek fakat benim için anlam ifade edecek biri. Khantura, böyle doğdu. Belki o bile bazı insanlara fazlasıyla subjektif gelecektir ama en azından benim açımdan bazı gerçekleri gayet net bir şekilde açığa vurabiliyor. Bana "Vay be gerçekten de öyle dedirtebiliyor. Evet, Khantura bana: "Ben ne yapıyorum?" sorusunu sordurtuyor. Bu konuda bu fikri bulabilmiş olmamdan ötürü kendime ve bana yol göstermesinden ötürü Khantura'ya minnettarım."
Neden insanın kendini sorgulamasına değindim peki? Eğer insanlar sürekli kendilerini sorgulayıp çevrelerinde olup bitenlere göz yumsalardı, bu kez çevrenize bir bakın ne olup bitiyor diyecektim. Demek ki şimdi bu durumun tam tersi bir durum var.
İnsanımız eleştirir olmuş, kendinden başka herkesi hem de. Bir mevzu ona yanlış anlatılmıştır, o asla yanlış anlamaz. Bir mevzuda o doğru bilir, asla hata yapmaz. Eğer onun odak olduğunu düşünmesini sağlayacak bir durum varsa, kesin ona ithafen yazılır. Birinin morali bozulsa bile kesin onun yüzünden bozulur. Kimsenin ondan başka derdi tasası olmaz.
Geçen buna dair birkaç satır da paylaşmıştım. Şimdi de sana ileteyim:
İnsanlık tarihi için kısa sayılabilecek bir süre önce dünyanın yuvarlak olduğunu, evrenin merkezinde bulunmadığını söyleyen insanlar, insanoğlu tarafından suçlanarak idama mahkum edildi. Çünkü kimse hata yaptığına, evrenin kendi çevresinde dönmediğine inanmak istemez.
Neyse okuyucum seni daha fazla yormayayım şimdilik sen zaten anlıyorsun benim ne demek istediğimi her zaman. Ama bir gün gelir de sen de bahsettiğimiz hatalara düşmeye meyledersen inşallah, o zaman sana bir nebze yardımcı olabilmiş olduğumu sen de ben de hissederiz.
Sevgilerimle.