Bu
yazıyı yazacağımı başka zaman düşünsem aklımın ucundan geçmezdi. Gecenin bu
vaktinde kafamdan geçen şeyler hem kendime hem size belki bir sesleniş, belki
de bir serzeniş olacak nitelikte.
Hep insanlara bir şeyler anlattım. Ne yaptığımı, neyin doğru olduğunu
düşündüğümü, neyi sevdiğimi, neyi hayal ettiğimi, neyi gözlemlediğimi. Bu
yüzden çokça alay edildim. Dışlandım. Lisede 4 yıl boyunca kötü espri yapan,
her şeyi ciddiye alan, dalga geçmesini bilmeyen çocuk olarak kaldım. Sınıfımdan
veya doğrudan okulumdan irtibatlı olduğum hiç arkadaşım olmadı. İnsanların
benimle olan ilişkileri menfiydi.
Öğrencilerin büyük çoğunluğu okudukları dönemlerde daha sonra fikirlerini
değiştirseler de öğretmenlerden nefret ederler. Koşulsuz not veren, kopya
çekilmesine göz yuman öğretmenler kral; hakkını veren, idealist öğretmenler
zebani ilan edilir. Öğretmenlere lâkâplar takılır, karikatürler çizilir vs. Ben
onlardan olmadım. Öğretmenlerimin arkasından da konuşmadım. Arkasından
konuşmaya yeltendiğim kişinin, gittim söyleyeceklerimi yüzüne söyledim. Pişman
da olmadım. Bir insan neyi hak edip etmediğini veya başkasının gözünden nasıl
gözüktüğünü bilmeli.
Şimdi ise her evin yolunu tutuşumda fırsat yakalamaya çalışıp okuduğum liseyi
ziyaret ediyorum. Neden mi? Benim için gerçekten özveride bulunan insanları
görmek için. Beni hatırlayan, bana gülümseyen, özellikle de "bana ismimle
hitap eden" kişileri görmeye gidiyorum. Benimle zamanında çıkar ilişkisi
yüzünden irtibat kurmuş kişileri değil.
Peki neden insanlar bu tarz ilişkilere mecburlar? Neden bu kadar yüzsüzlük
yapmak, sahte gülümsemeler sunmak zorundayız? Bence zorunda değiliz.
Farklılığımız göze çarpmalı. Dürüst, dobra, gerçekçi olduğumuz için
"farklı" demeliler bize. Hatta deli, kaçık, manyak demeliler.
Farklılık demişken; İlköğretim hayatım boyunca hep sınıfın en başarılı
öğrencisi oldum. Öğretmenlerim beni desteklediler, potansiyelim olduğunu
düşünüp yardımcı olmaya çalıştılar. Bunlar güzel şeyler değil mi?
Ama bana başka getirileri de oldu bunun.
Ben kıskançlık, nefret, haset ne bilmezken "arkadaşlarım" bana gelip
sorular sormaya başladılar. Sanki test eder gibi. Açık aramak işleri olmuştu.
Aldıkları kötü notlara beni örnek gösterdiler. "Anne o bile 3 almış."
dediler. O kadar büyüttüler ki beni gören veliler: "Bu muymuş o?"
diyerek şaşkınlık gösterdiler. O noktada bile "Ne bekliyodunuz ki?"
demekten geri durmadım.
Peki nedendi bunlar? Neden insanlar bunları yaptılar? Çok matah biri miyim ben?
Alakası yok. Şu an şu satırları okuyan okumayan kimseden farkım yok. Ama
nedendi bu "ötekileştirme" çabası.
Şunu söyleyebilirim ki beni "farklı" kılan yine o insanlardır. Ben
herhangi bir fark göremezken; olayı abartan, kekini de kabartan onlardı. O
şöyle, o böyle diyen, şunu yapıyomuş da böyle oluyomuş, şurda şöyle yapıyomuş
diyenler de onlardı.
Ne yazık ki harika öğretmenlerimiz olmasına rağmen çocuklarının başarısını
salt öğretmenlere bağlayıp, çocuklarının okullarını değiştiren de onlardı.
Peki neden? Ne çok neden diyorum değil mi? Çünkü sormaktan korkmuyorum.
Korkmamalıyız. Sormaktan, söylemekten, göstermekten korkmamalıyız. Yoksa
insanlar bize görünmez elbiselerin varlığından bahsetmeye devam ederler. Sanki
her gün görünmez elbise görüyorlarmış gibi.
Korkumuzu yenmeliyiz. Yazdıklarımın birçok kişi tarafından okunduğunu bilmeme
rağmen kimse gelip bana bu konuda bir şey sormadı.
Yaklaşık 2 yıl süreyle saç uzattım. Kimi tepki gösterdi, kimi yakıştırdı. Ama
hiç kimse bana neden bunu yaptığımı sormadı. Siz sorun, söyleyin, gösterin.
Korkmayın siz doğru yolda olduktan sonra bir şekilde ödülünüzü alırsınız.
"İnsanlar ne der?" ci olmaktansa doğru olun. Milletin ağzı torba
değil. Bırakın konuşsunlar. Ama bir yerden sonra göreceksiniz ki söyledikleri
her ne kadar sizi yeriyor gibi gözükse de onların seviyesini aşağı çeken şeyler
olacak.
Korkmayın, doğruyu kovaladıktan sonra, hayalleriniz sizin olduktan sonra
koşmaktan korkmayın. Elbette sizinle birlikte koşanlar olacaktır. Çünkü yalnız
değilsiniz. Sevgilerimle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder