17 Temmuz 2017 Pazartesi

Şüphecilik Mi, Paranoyaklık Mı?

Düşünsel farklılıkların yanında; kültürel, sosyal, geleneksel farklılıkların da olduğu bir toplumun içinde yazıyoruz. İster istemez fikir ayrılıkları ve anlaşmazlıklar oluyor. Bu hayatımızın bir parçası şimdilik bunu bir kenara bırakalım.

Ben kendimi hep takıntılı ve ayrıntıcı bulurum. Her işin altında bir şeyler aramak şüpheci olmak benim kanımda var galiba. Çünkü öne sürülen düşüncenin bir art bölgesi yani sağlam bir alt yapısı yoksa doğal olarak inanılacak ve destekleyecek bir yanı da yoktur bana göre. Bu yüzden önce fikri benimser düşünsel olarak uygularım. Ardından sorular sorarım: Bu neden böyle, şu özellik nerden geliyor, burada neden böyle bir yol izlenmiş?... vs. vs. Yapılması gereken de budur bana göre. Ben bunu bilir bunu söylerim.

Paranoyaklık olarak algılayanlar olacaktır mutlaka bu söylediklerimi ama dünya üzerinde çok zeki insanlar var ve bu insanlar boş durmuyor. Kitlesel olarak insanları etkileme ve yön verme çabası içindeler. İnternette küçük araştırmalar yaparsanız, özellikle reklamların insanların bilinçaltında nasıl yer ettiğine dair birçok örnek bulabilirsiniz.

Tabii böyle bir yöntemin bulunup da sadece reklamların içinde, yalnızda ürün satmak için kullanılması mantıksız olmaz mı sizce de? Bu zihinler bunları insanları kitlesel ikna süreçlerine sokmak için kullanamaz veya inandıkları şeyler uğruna kullanamazlar mı?

Buna dair iki örnek vereyim:

1. Bir inanışa mensup birini düşünün. İnanç bahsettiğimiz. Onu doğru olduğu için benimser değil mi? Örnekler sunar doğru olduğuna dair, uğruna her şeyini verecek duruma gelir. Ve doğru olduğuna inandığı için de herkesin onu benimsemesini ister değil mi?

2. Ya da kitleleri yönetmek isteyen bir güç düşünün. Kesinlikle çok zeki insanlar var. Her konuda kolay kolay ikna olmayacak, doğru soruları doğru yerde soracak insanlar. Onları yönetmektir zor olan. Tabiri caizse avuç içine almak zordur onları. Ve bahsettiğimiz güç onlar için de hamle yapmak zorunda değil mi?

Evet bu iki örnekte bahsettiğimiz kişi veya kişiler insanlara bir şeyleri benimsetmek isterler. Bunu yapmak gerçekten zordur ve direk olarak aktaramazlar her şeyi. Bunun için bilinçaltına yer edecek resim, görüntü, yazı gibi şeyleri sonuna kadar kullanırlar.

Sosyal varlıklarız. Bunları hayatın içine minik minik serpiştirmek hiç de zor olmasa gerek. İzlediğimiz dizide, filmde, reklamda; okuduğumuz dergide, gazetede, kitapta; baktığımız resimde bunların emmarelerini görmek hep mümkün olacaktır.

Yaklaşık bir sene önce bu membaın içinde çalışan yani basın yayın sektöründe olan birisine şu soruyu sormuştum: Her gün insanlarla etkileşim halindeyiz. Birçok şey paylaşıyoruz. En ufak bir konuda birbirimizi ikna etmeye çalışırken, koca basın-yayın şirketlerinin veya organizasyonların bize bir şeyleri aşılamak istediğini düşünerek ben mi paranoyaklık yapıyorum yoksa sizce doğru yolda mıyım?

Mesleği sunuculuk olan bayanın verdiği cevap gayet açık ve netti: Evet düşünsel etkilerin yaygın olduğu hayatımızda şüpheci olmak kesinlikle paranoyaklık değil, asla gördüklerinize, duyduklarınıza akıl süzgecinizden geçirmeden inanmayın. Her insan hata yapar, aktarılan her şeyde mutlaka boşluklar vardır.

Varacağım nokta şu elbette böyle etkilerin varlığını bilip bir köşeye çekilmek biz akıl sahibi insanların yapacağı bir şey değil. Bu yüzden çevreyi algılarken dikkatli olmalı, akıl filtremizi sürekli açık tutmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder